Sönmeyen Ateş
Oyun Roma’da şık bir otel lobisinde başlar. Daha önce üç kez Nezaret makamında bulunmuş emekli Osmanlı Paşası Ahmet Siret İstanbul’dan gelen gazeteleri okumakta ve eşi Nedime Hanım’la günlük sıkıntılarını paylaşmaktadırlar. Nedime Hanım Roma’da daha şık otellerde kalan başkaca Osmanlı Paşası ve ailesinden söz etmekte, İstanbul’u özlediğini söylemektedir. Ahmet Siret Damat Ferit’le arası açıldığı için emekli olmak zorunda kalmış, Ferit’in görevinden ayrılmasından sonra da bir davet almamıştır. Buna karşın isterlerse İstanbul’a döneceklerini söyler ama karısı, görkemli yalılarına işgalci askerlerce el konulduğundan, apartmanda yaşamayı da sosyal statüsüne uygun bulmadığından İstanbul’a dönmek istememektedir. Bir başka seçenek de Ankara’daki Hükumet’in çalışmalarına katılmaktır. Ancak Paşa Ankara’nın ‘ kerpiç evlerin ahırdan bozma yerlerinde, meçhul türedilerle teşrik-i mesai yapamayacağını söyler!
Lobideki konuşmalardan, o sırada Ankara’dan gelen bir görevlinin askeri mühimmat almak üzere İtalyan Firmalarıyla görüşmeler yapmakta olduğu anlaşılır. Aracılık eden de eski bir Paşa (Seyfettin) ve kızıyla (Neriman) damadından (Dr. Fuat) oluşan ailesidir. Hayli güzel bir kadın olan Neriman’ın bu tür ihaleler konusunda çok becerikli olduğu konuşulmaktadır. Neriman önerilen fiyatı yüksek bulup kırılmasını isteyen Ankara’lı sorumlu Ömer Bey’e flörtöz bir yaklaşımla tekliflerini kabul ettirmek ister. Ömer Bey gayet vakur ve ciddi bir insan olarak Anadolu’daki kurtuluş savaşından ve bu savaşı yürüten özellikle kadınların kahramanlığından söz ederek indirim isteğinden vazgeçmez. Aslında aracı firmanın sahibi, asıl mesleği tıp doktorluğu olan ama eşi Neriman’ın hatırı için mesleğinden vazgeçip ticarete başlamış olan Fuat Bey’dir. Fuat Bey’in namuslu bir insan olduğu karısı ve kayınpederiyle yaptığı konuşmalardan anlaşılır. Seyfeddin Paşa ve Neriman, Fuat Bey’i Ankara’ya gönderip ihaleyi orada halletmesine karar verirler. Fuat kendisine sorulmadan karar verilmesini eleştirir ama Ankara’ya gitmeyi kabul eder. Konuşmalarından Fuat’ın ilkeli ve aydın bir kişilik olduğu anlaşılır. Seyfettin Paşa ise gazetelerdeki pek önemsiz bulduğu haberleri okumaktadır: “İngiliz ve Fransız Birlikleri Samsun ve Sinop’u işgal edeceklermiş, Yunan cephesinde de Kemalciler epey zayiat vermişler”!
İkinci perde Ankara’da Çankaya sırtlarında eski bir köşkte geçmektedir. Gaz lambasıyla aydınlanan odanın gayet basit eşyaları vardır. Evin sahibi olan Galip hizmetkarına üç kişilik bir rakı masası hazırlamasını söyler. Konuğu Fuat’tır. Fuat Ankara Kalesi’ni de kapsayan panoramayı seyretmektedir, gurub çok hoşuna gitmiştir. Galip “hepsi senin olsun, çıplak dağlar arasında yanık ve harap bir şehir, feci bir sefalet” der. Fuat buraya İstanbul’dan isteyerek geldiğini hatırlatır Galip’e. Galip’se İstanbul’da maaşların bile verilemediğini, bir elçilik kapabilirim diye umut ederek Ankara’ya geldiğini,mebus olarak çile doldurduğunu söyler. Fuat’ın silah ihalesinin Ankara’daki ortağıdır, payını alacaktır. Fuat o gün Meclis’te dinlediği Mustafa Kemal Paşa’nın etkisi altında kalmıştır; inancına ve bu inancı dile getirişindeki güce hayran olmuştur. Galib’in İstanbul’la ilişkin beklentisi sürmektedir. Fuat artık Osmanoğullarının kurduğu devletin son günlerini yaşadığını yeni bir Türk devleti kurulduğunu söyler. Galip’in üçüncü konuğu ihalede yetki sahibi olan Kerim Paşa’dır. Fuat gerçek bir asker olduğunu anladığı Kerim Paşa’ya güven duyar ve Galib’in fazladan para koparmasına meydan vermeden teklif edilen fiattan da iskonto yaparak Paşa’ya evet der. Ve ayrıca yüzbaşılıktan emekli olduğu doktorluk mesleğine dönüp kurtuluş savaşına katılmak istediğini açıklar.
Üçüncü perde bir hastane odasında geçer. Fuat Baştabiptir, basit bir odadır. Savaş süresince Anadolu’da gönüllü hastabakıcılık yapmış Belkıs isimli bir genç hemşire hanımla konuşmaktadır. Kayınpederi Seyfeddin ve karısı Neriman habersizce Hastaneye geldikleri görülür. Venedik’ten İstanbul’a gitmekte olan geminin İzmir Limanı’nda bulunduğu kısa süre içinde Fuat’ı ziyarete gelmişlerdir. Çünkü Neriman, iki yıldır Türkiye’de kalıp doktorluk yapan kocasından ayrılmaya ve ikinci derecede bir yere orta elçi olarak atanmış olan Galib’le evlenmeye karar vermiştir.Hemşire Belkıs Hanım’ı kıskanıp bocalarsa da yaşam koşulları asla kabul edeceği gibi olmadığından kararından caymaz. Fuat’la ayrılmak konusunda mutabık kalıp hastaneden çıkmak üzerelerken İzmir’de olan Mustafa Kemal’in hastaneyi ziyaret edeceğini duyunca Seyfeddin Paşa bir an tereddüdü eder, eski silah arkadaşıyla görüşse ‘acaba bir sefirlik alabilir miyim’ diye düşünür. Ama sonra Mustafa Kemal Paşa ‘milli mücadelede ne yaptı’ diye sorarsa diye düşünür ve kızıyla gemiye dönmek üzere çıkarlar.
Kurtuluş savaşı süresince, Anadolu’yu işgal etmiş ülkelerle olduğu kadar ülke içindeki çıkarcı kadrolarla da verilen mücadele anlatıyor. Osmanlı’nın vekillik de yapmış paşalarının Roma’daki gönüllü sürgünlüklerinde , ülkelerinde sürmekte olan kurtuluş savaşını uzaktan, ilgisiz ve sorumsuzca seyretmelerinin aktarımıyla başlıyor oyun. İstanbul’la Sarayla ilişkiye geçmek için fırsat kollayan emekli paşalar, bir yandan da Ankara Hükumeti’nin kurtuluş savaşında hayati öneme sahip mühimmat temininden yüksek komisyon almak için entrika çevirmekten çekinmemektedirler. Siyaseten olduğu kadar sosyal, kültürel ve ahlaki olarak yozlaşmış bu kişilerin yanında dürüst, vatansever insanların varlığıyla ilerler oyun.
Kamuda sorumlu makamlarda bulunanların konforlu bir yaşam sürdürdükleri ve bunun uğruna ne kadar alçalabilecekleri inandırıcı ve gerçekçi bir şekilde gelişen dramatik aksiyonla aktarılıyor.
Nahid Sırrı Örik’in yaşadığı dönemin edebi ve sanatsal akımlarıyla yakından ilgili olduğu oyuna dikkatle bakıldığında anlaşılıyor. Romantizmin başat tematik konuları; ülke sorunları , yurt sevgisi, ulusal değerler, tüketim kültürü gibi kavramlara değiniyor ancak gerçekçi yazım diliyle romantizmin duygusallığına kapılmıyor. “Sönmeyen Ateş” günümüzde oyunları sıklıkla oynanmakta olan H.İbsen’le yakın yıllarda yaşamış olan Nahid Sırrı Örik’in ne yazık ki farkedilmemiş değerli bir oyunudur.
Nahid Sırrı Örik ilginç bir yöntemle olumsuz karakterlere ayna tutarak, olumlu karakterlerin erdemine dikkat çekiyor. Ülkesine halkına karşı sorumsuz kişilerin lakaydisini, bencilliklerini, çıkarcılıklarını anlatarak dürüst, sorumlu, ilkeli olanların silüetini çiziyor.
Özellikle karakter yaratılarındaki ince, ayrıntılı yaratıcılık dikkat çekicidir. Yazar karakterlerin repliklerinin önüne parantez içinde jest ve mimiklerini tariflemiş ve kişileri davranışlarıyla uyum içinde de konuşturmuştur.
Anadolu halkının yakıcı yoksulluğuna karşın İstanbul’da bazı üst düzey askeri/mülki makam sahiplerinin varlık ve hatta israf içinde yaşamayı sürdürdüklerini, ülkenin işgal altında olmasını sorun etmediklerini, yalnızca bireysel konumlarını korumaya çalıştıklarını dramatik aksiyon içinde örnekliyor. Buna karşın, Ankara’da her türlü olanaksızlığa karşın verilen mücadelenin saygın mütevazi koşulları ve kadroları oyunda yer alırken, oluşturulan kentin sosyo ekonomik yapılanmasında ve hatta Meclis’te bile benzer ilkesizliklerin görülebildiğine incelikle değiniliyor. Grotesk bir karşıtlık işleniyor ama altı kalın çizilmiyor.
Oyun/mekan/durum/karakter ilişkilerine gelince çok iyi bir kurgulamayla gelişiyor oyun:
…İlk perde Osmanlı Paşalarının yaşadıkları Roma’da şık bir otelde geçer. Yani konforlu bir yaşamları vardır ama rol kişileri mutsuz, vatandan uzaktırlar. Parıltıları dökülmekte olan bir şaşaanın izlerini taşır. İstanbul’a saraya yönelik umutlarının yanında Ankara’ya yöneldikleri de görülür. Bu kişilerin değer yargılarının içten içe çürümüşlüğüne karşın yaşadıkları ortam parlak, varlıklı, modern mekanlardır. O yaşantılarının bedeli belli ki yine devletin olanaklarından biriktirilmiştir.
…İkinci perde Ankara’da eski bir köşkte geçer. Yaşanmışlığıyla soylu bir geçmişin izlerini taşıyan ama yoksulluğa yakın bir sadelik hakimdir mekana. Sahnedeki iki karakter ilkeli vatansever dürüst insanlardır. Hatta Fuat’ta dürüstlüğün yol verdiği sorumluluk duygusuyla gelişen vatanseverlik yavaş yavaş öne çıkar. Üçüncü oyun kişisi ise İstanbul’dan bir elçilik falan kapabilmek ümidiyle Ankara’ya gelmiş, mebus olarak kaldığı için mutsuz, çıkarcı tüccar kişilikli birisidir.
…Üçüncü perdenin mekanı ise genç Cumhuriyet’in sosyo ekonomik açılımını sembolize eden bir hastane odasıdır ve oyun kişisi olarak iki namuslu, ilkeli insan görülür. Burada birinci perdenin aksine olumlu karakterlere ayna tutularak daha sonra sahneye girecek olan çıkarcı paşa ve kızına yansıtma yapılır.
Yazarın bir diğer başarısı kurtuluş savaşı somutunda ulusal değerlerden söz ederken hamasete, didaktik bir yaklaşım tuzağına düşmemesidir.Karakterlerinin duygu ve düşüncelerine uzak açıyla mesafeli kalmayı başarmış, onları sözleriyle olduğundan çok eylemleriyle çizmiştir.
Oyunun dili eski sözcüklerin anlaşılmasına olanak veren açıksözlü, konuşma dilinden uzaklaşmayan ve kuşkusuz sanatsal düzeyiyle gayet iyidir.
Oyun yalnızca dönemle, ülkemizle ve karakterize ettiği insanlarla sınırlı kalmamayı başaran evrensel bir güce erişiyor.
Günümüz tiyatro yaklaşımı uyarınca bazı budamalar ve sözcük değiştirmeleriyle özellikle ödenekli tiyatroların repertuvarları için değerli bir seçenektir. Yazar Nahid Sırrı Örik de, 1936 yılındaki düzenlemelerinden sonra oyunun Halkevlerin’de oynanmasını istemiştir.
Bu tanıtım yazısı Gülşen Karakadıoğlu tarafından hazırlanmıştır.
Yazar : Nahit Sırrı Örik
Tür : Dram
Bölüm : 3 Perde
Oyuncu adedi: 8 erkek – 5 kadın