Kurucumuz Osman N. Karaca, 11 Haziran 1923’de Ayvalık’ta doğdu. Galatasaray Lisesi’nde ve Lozan Üniversitesi’nde eğitim gördü. 1962 yılına kadar gazetecilik yaptı. İstanbul Ekspres gazetesinde yazı işleri müdürlüğü, Yeni Sabah ve Akşam gazetelerinde genel yayın müdürlüğü görevlerini üstlendi. Sayfa düzenlemesinde 1958 Gazeteciler Cemiyeti Ödülü’nü kazandı.1962-82 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde (şimdiki İletişim Fakültesi) öğretim görevlisi olarak çalıştı. Tiyatro eleştirmenliği ve çeşitli oyun çevirileri yaptı. 1959 yılında Türkiye’nin ilk ve en büyük telif hakkı ajansı olan ONK Ajans’ı kurdu. Televizyon alanında faaliyet gösteren Mag Media’yı 1973 yılında hayata geçirdi. Milliyet Gazetesi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetim kurullarında görev yaptı. Uzun yıllar Galatasaray Spor Kulübü Sicil Kurulu Başkanlığı görevini üstlenen Karaca, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) ve Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) üyesiydi. 16 Aralık 2013 günü İstanbul’da hayata veda eden Osman N. Karaca, 1959 yılından beri Güler Karaca ile evliydi, iki çocuk babası ve bir torun sahibiydi.
Biyografi
Fotoğraf Albümü
Televizyon Programları
Kurucumuz Osman N. Karaca’nın 2009 yılında ajansın 50.yıldönümü nedeniyle TRT2 kanalında konuk olduğu “Göz Önünde” programı
2005 yılında Osman N. Karaca’nın CNN Türk kanalında 5N1K adlı programda Türk yazarlarının telif haklarının yurt dışında satışlarıyla ilgili yaptığı konuşma
Osman N. Karaca’nın 1995 yılında TRT’de yayınlanan “Okudukça” adlı programda ajansımıza bağlı yazarlardan Fikret Adil hakkında konuşması
Osman N. Karaca’nın 1995 yılında TRT1 Kanalında “Rotatifler Dönerken” adlı programda 27 Mayıs sonrasında kurulan Basın Şeref Divanı hakkında yaptığı konuşma
Haziran 1994’de, tiyatro sezonunun genel bir değerlendirmesinin yapıldığı TRT2’deki “Ve Perde” programında Osman N. Karaca’nın konuşması
Röportaj
Zeynep Altınova’nın kurucumuz Osman N. Karaca’yla ajansımızın 50.yıldönümü nedeniyle 2009 yılında yaptığı röportaj.
Asıl mesleğinizin gazetecilik olduğunu biliyoruz. Basın Şeref Kartı sahibi bir gazeteci olmanıza karşın, siz daha çok telif hakları alanında isim yaptınız. Kurmuş olduğunuz Onk Ajans bugün 50. yılını kutluyor. Telif hakları neden ilginizi çekti? Daha doğru bir deyişle Onk Ajans’ın öyküsünü bize anlatır mısınız?
Memnuniyetle, ancak ilk önce birkaç kelime ile Onk Ajans öncesinden bahsetmem doğru olur. Türkiye’de, Telif hakları ile ilgili Kanun 1951 yılında çıktı. Ellili yılların ortalarında Türkiye’de telif işleriyle uğraşan yalnızca 3 kişi vardı:
Birincisi Avukat İsmail Kemal Elbir idi. Fransızların iki kuruluşu SACD (Société des Auteurs et Compositeurs Dramatiques) ve SACEM (Société des Auteurs, Compositeurs et Editeurs de Musique)’ i temsil ediyordu. Sonraları bu işi kardeşi Prof. Halit Kemal Elbir üstlendi. SACEM müzikle ilgili telif konularını yürütüyordu, SACD ise tiyatroyla ilgili olanları. Bugün SACEM’i MESAM, SACD’i ise, Halit Kemal Beyin görevi bana devretmesiyle, Onk Ajans temsil ediyor.
İkinci kişi benim Galatasaray Lisesi’nden de ağabeyim olan Ali Rauf Akan İnsel’dir. Ali Rauf Bey özellikle çizgi roman konusunda çalışıyordu. Opera Mundi’nin ve King Features Syndicate’ın temsilcisiydi. Onun çizgi roman ve telif hakları konusunda emeği çok büyüktür.
Üçüncü kişi ise roman’la ilgili telif işlerinde uğraş veren Enver Esenkova idi. Enver bey daha sonra Eskişehir Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak gidince işini, Halit Kemal gibi, o da bize miras bıraktı. Bir bakıma, biz, bir yerde onun ve Halit Kemal Elbir’in devamı gibiyiz.
Telif haklarına nasıl geçtiğinizi başka bir deyişle Onk Ajans’ın nasıl kurulduğunu anlatır mısınız?
Ben, telif hakları işine gazetecilikten geçtim. Geçme sebebim de ilginçtir. Akşam gazetesinin Genel Yayın Müdürü idim. O yıllarda romanlar gazetelerde tefrika halinde yayınlanırdı. Enver Esenkova bize romanlar getirirdi. Onları okurduk, beğenirsek tefrika halinde yayınlamak üzere hakkını satın alırdık. Bir gün Enver Bey öğretim görevlisi olarak Eskişehir Üniversitesi’ne gideceğini dolayısıyla bu işi bırakmak zorunda olduğunu söyledi. Arada şunu belirtmem gerekir: Yabancı yayınevleri kendilerini temsil eden kişilere yayınladıkları bütün kitapları gönderirler. Bedavadan iyi bir kütüphane sahibi olmanın en güzel yolu buydu . Enver bey’e “kapatacağınıza bana devredin” dedim. O da kabul etti. Temsilcisi olduğu yayınevlerinin hepsine bir mektup yazdı, beni onlara tanıttı. İstediğim kadar kitap okurum diye 1959’da bu işe girdim ve gazetecilikle birlikte yürütmeye başladım.
O zamanlar ajans filan yoktu, kişiler vardı. Ajans olarak ilk biz kurulduk. ONK Ajans 1959 yılında faaliyete başladı. İlk yerimiz Türkocağı caddesindeydi. Deyimim yerindeyse ilk elemanımız sevgili Ülkü Tamer’di. Basında çıkan anı yazılarında ONK Ajans’ta çalıştığı günlerden sıkça söz etmiştir.
Aktif gazeteciliğim 1962 yılının sonunda bitti. Galatasaray’dan arkadaşım Malik Yolaç’ın sahip olduğu Akşam’dan ayrıldım ve ajansın başına geçtim. Gazetecilikle ilgim hocalık biçiminde sürdü. 1982 yılına, yani YÖK kurulana kadar İstanbul Üniversite’si Gazetecilik Enstitüsü’nde (Şimdi ki İletişim Fakültesi) öğretim üyeliği yaptım.
Siz Ajans’ı kurduğunuzda telif hakları yasasının kabulü çok yeni bir olaydı. Gerçek ve tüzel kişilerin telif hakkı kavramını kabullenmesi, uygulanmaya geçilmesi kolay olmuş muydu? İlk yıllarda olaylar yaşadınız mı?
Kuşkusuz kolay olmadı. Uzun bir süre Vahşi Batı Yasaları hüküm sürdü. Yayınevleri o tarihlerde istedikleri kitabı hiçbir telif hakkı ödemeden yayımlayabiliyordu. Yaşadığımız bir olayı aktarırsam o günleri daha iyi anlatmış olurum; Yayınevlerinden biri, hakları ajansımıza bağlı bir yazarın kitabını izin almadan yayımlamıştı. Telefonla aradık yayıncıyı ve kendisine “Şu kitabı basmışsınız” dedik “Evet” dedi. Biz de “kitabı nereden aldınız?” diye sorduk. Bu sorumuzla, “bu kitabın yayım hakkını kimden aldınız?” demek istemiştik. Aldığımız yanıt ilginçti; “Kitapçıdan para verip satın aldık”. Evet! O günlerde bir kitabı çevirtip basmak için kitapçıdan satın almak yeterli idi.
Başlangıçta, doğrusu, yayınevleri bizim ajansın mevcudiyetinden fazla mutlu değillerdi. Yayınevleri, yasaya saygıdan ziyade ticari nedenlerle telif hakkını satın alma yoluna girdiler. Piyasadan satın aldıkları yabancı bir yapıtı çevirip bastıklarında çok kez iki yayınevi karşı karşıya gelebiliyordu. Yani aynı kitabı basarak… Tabii bu her iki yayınevinin de zarar etmesi demekti. Yayınevlerini etkileyen en büyük faktör ise aralarında yaşadıkları rekabetten kaynaklandı. “Aman bu kitabın hakkını o almadan ben satın alayım” düşüncesi yerleşince bizim işimiz nispeten kolaylaştı. Tiyatrolarla her hangi bir sıkıntı yaşamadık. Genelde tiyatrolar Londra, Paris, New York sahnelerinde oynanan yeni oyunlarla ilgilendiklerinden ve bu oyunların da kitap halinde satılan örnekleri piyasada olmadığından oyunun metninin temin edilmesi bize başvurmaktan geçiyordu. Kısacası ellili yılların sonu ve altmışlı yılların başlarında telif hakkı kavramı yeni yeni benimseniyor, öğreniliyordu. Örneğin, o tarihlerde biz izinsiz yayınların takibi için konuyu bilen bir avukat bulamamıştık. Galatasaray’dan benim küçüğüm olan Özer Gürdenli hatırım için bu görevi üstlendi. Denilebilir ki konuyla ilgilenen ilk avukat o oldu. Seneler sonra yine Mekteb-i Sultanî’den arkadaşım Levent Kip de hatır için telif hakkı konusuna soyundu. Ama konuyu sevdi ve denilebilir ki şimdi Türkiye’de telif hakkı konusunda uzman olan iki üç avukattan biridir. Londra ve Paris’te bile basında hakkında yazılar çıkmıştır. Ama işin başlangıcında Telif hakkı kimsenin doğru dürüst bildiği bir konu değildi.
Pekiyi, başlangıçta sizin konuyu bilen bir avukat bulmaya zorlandığınız bu dönemde yargı mekanizması nasıl işliyordu. Yargıçların konuya yaklaşımları nasıldı?
Ne siz sorun ne ben anlatayım. En iyisi ajansın ilk yıllarında yaşadığımız bir olayı size aktarayım. Siz karar verin. Benim Tenten’in yaratıcısı Hergé (Georges Remi) ile kişisel dostluğum vardı. Onunla tanışmak için özel olarak Brüksel’e gitmiştim. Albümlerini, Türkiye’de Burhan Yayınevi tarafından izinsiz yayınlanıyordu. Benden izinsiz yayınları durdurmak için gerekeni yapmamı rica etti. Biz de onun adına dava açmaya karar verdik. Ama o yıllarda Türkiye’de telif davaları konusunda bir deneyim yoktu. Hakimler de konuyu iyi bilmiyordu. Avukatımız Özer Gürdenli; “İzinsiz yayınları durdurmak ve kitapları toplatmak için önce bir tedbir davası açalım. . Daha sonra tazminat davası açarız” dedi. Mahkeme’ye bir tane orijinal albüm bir tane de Burhan Yayınevi’nin bastığı korsan albüm sunduk. Doğrusu kazanacağımızdan da çok emindik. Ama hakimin kararı bizim beklentimizin tam tersi çıktı. Hakim tedbire lüzum olmadığına karar verdi. Gerekçesini de şöyle sıraladı: “Bu, (Burhan Yayınevinin izinsiz bastığı kitap) siyah-beyaz, oysa sizin ki renkli .Bu küçük boyda oysa sizin sunduğunuz büyük. Ayrıca bunun adı Tenten, oysa sizinki Tıntın” dedi ve biz davayı kaybettik. Biliyorsunuz Tintin’in Fransızca’da okunuşu Tentendir. “Tintin” büyük harlerle TINTIN yazılır. Aslında orada “tıntın” olan hakimin kendisiydi… Çok şükür günümüzde artık durum değişti. Şimdi telif hakkı davalarına bakan ihtisas mahkemeleri var. Konuyu az çok bilen yargıçlar var.
Sizin Vahşi Batı Yasalarının hüküm sürdüğü dönem diye adlandırdığınız Ajans’ın ilk yıllarında yaşamış olduğunuz ve hala hatırınızda olan ilginç olaylar var mı?
Kuşkusuz var. Türk insanının yaratıcı (!) yeteneğini gösteren bir tanesini anlatayım. Olay, yine Hergé ve Tenten etrafında dönüyor. Hergé’nin o zamanlar 19 Tenten albümü vardı. Ama Türkiye’de basılan korsan albümlerin sayısı 20 taneydi. Herge çok şaşırdı ve o yirminci albümü bulup kendisine yollamamı istedi. O zaman bu yayınları yapan 1 numaralı korsan Burhan Yayınevi idi. Sahibi Burhan bey yayınevine kendi adını koymuştu. Ben, albümü buldum ve Hergé’ye yolladım. Bir süre sonra bana hayretler içinde kaldığını belirten bir mektup yazdı: “Osman, bunlar benim çizgilerim. Oturdum her bir kareyi tek tek inceledim.Yani çizimler sahte değil. Bu adam benim 19 albümümden parçalar çıkarmış sonra onları kendi yazdığı senaryoya göre montajlamış ve yepyeni bir kitap yapmış.” dedi. Böyle bir kurnazlığa hem çok şaşırmış hem de deyim yerindeyse hayran kalmıştı. Yabancılar şaşırsa da böyle şeyler Türkiye’de çok olurdu. Biliyorsunuz Kemal Tahir’de bol miktarda Mayk Hammer yazmıştı.
Siz bu işe soyunduğunuzda siz de konunun yabancısıydınız. En azından başlangıçında zor günler yaşamışsınızdır değil mi?
Tabii telif hakları kavramı benim için de yabancı bir konuydu. Ancak ben Amerika’yı yeniden keşfetme yoluna gitmedim. Yabancı dostlarımın bilgi ve deneyimlerinden fazlasıyla yararlandım. Edindiğim bilgileri, Türkiye koşullarına uydurarak kullanmaya çalıştım. Bu birikim, kuşkusuz bir günde olmadı. Yaşadığımız her olay bize yeni şeyler öğretti. Örneğin, başlangıçta bir yayınevi rakip yayınevinin yayınlamasına set çeksin deye basmayacağı bir kitapla ilgili bizle sözleşme yapıyordu. Tiyatrolar da aynen bu yolu kullanıyordu. Bu kurnazlığın farkına vardık. Sözleşmelerimize, hakları alınan kitabın belirli süre içinde yayınlanacağını ya da oyunun belirli bir süre içinde sahneleneceğini zorunlu kılan maddeler koyduk. Bunlar gerçekleşmediği takdirde belirli tazminat ödeneceği koşulunu getirdik. Başlangıçta 5,6 maddeden oluşan sözleşmelerimizin bugün 15 maddeden fazla olması ne denli deneyim yaşadığımızın bir ifadesidir. Telif hakları konusunda bilinçlenmemiz, bir şeyler öğrenmemiz o kadar kolay olmadı. Öğrenirken acı günler de yaşadık. Hala içimde acı anısı olan bir olayı anlatayım. Ünlü yazar Irving Stone yazacağı bir roman için araştırma yapmak üzere, yanılmıyorsam Truva ile ilgili…Türkiye’ye gelmişti. Bir tatil günü, bir dostumun yazıhanesine bir kitabıyla ilgili bilgi almak için beni davet etti. Kitabının öncelik hakkını aldığımızı ve şu firmaya okunmak için verdiğimizi söyleyince, çok sinirlendi. “Kesinlikle doğru değil, siz her hangi bir öncelik almadınız” diyerek adeta beni yalancılıkla suçladı. Yeterli olmayan İngilizce’mle de konuya açıklık getiremeyince çok üzülmüştüm. Sonra olayı anladım. Bir yabancı yayınevi’nden istenen kitabın bize yollanmasıyla, o kitabın öncelik (option) hakkının bize verildiğini sanıyorduk o zamanlar…Meğer Amerika’da (option) almak için belirli bir para ödenirmiş. Irving Stone, haklı idi, biz o söz konusu romanın option’unu almak için bir para ödememiştik.
Osman Bey, dikkatimi çekti, şimdiye kadar anlattığınız konular hep yabancı yazar ya da yabancı kitaplarla ilgili. Bildiğim kadarıyla, Onk Ajans şimdilerde özellikle Türk yazarlarıyla ilgileniyor. Onların yapıtlarının Türkiye’de ve dış ülkelerde yayınlanması işleriyle uğraşıyor. Türk Yazarları temsil etmeye ne zaman başladınız. Ajans’a bağlanan ilk Türk yazarı kimdi?
Biz, ilk önceleri “Copyright Ajansı” adıyla faaliyet gösteriyorduk. İlk sayısı 15 ocak 1960 günü yayınlanmış olan “Aylık Yayın Bülteni”leri ile üçüncü kişileri faaliyetlerimizden haberdar ediyorduk. Bir cilt altında topladığımız bu bültenleri gözden geçirdiğimizde Ajans’ın yaptığı aşamalar orada net bir biçimde görülüyor. İlk bültene göre, o tarihte, 12 Fransız, 1 İngiliz yayınevini temsil ediyormuşuz. Altı ay sonra, 20 Fransız, 5 İngiliz, 2 İtalyan ve 3 Alman firmasını temsil eder olmuşuz. Bir yıl sonra çizgi roman konusuna el atmışız. Kuruluşumuzdan iki yıl sonra Tiyatro faaliyet alanımız içine girmiş. Şubat 1963 te yayınlanan son bültende “Copyright Ajansı” adının önüne ONK ekleniyor ve adımız “Onk Copyright Ajansı” oluyor. Bu bültenlerde, Türk yazarların adına hiç rastlamıyoruz. Demek ki 1963 yılına kadar tüm çalışmalarımız yabancılara dönük gerçekleşmiş.
Onk Ajans’a bağlanan ilk yazar; Kemal Tahir idi. Bakınız, yayınladığımız bültenin 1964 yaz sayısında bu olayla ilgili ne yazmışız. “Kemal Tahir, Türkiye’de bir ajansa bağlanmayı, Avrupalı meslektaşları gibi hareket etmeyi düşünen ilk Türk yazarıdır”. O’nu, yanılmıyorsam 1965 yılının başında, Orhan Kemal takip etmişti. Bu arada, çevirmenler de Ajans’a bağlanmaya başladı. Öncülüğü yapanlar Asude Zeybekoğlu ve Tunç Yalman olmuştu. Galiba 1967’in sonlarında ya da 1968’in başında iki Tiyatro yazarı Ajans’a bağlandı : Refik Erduran ve Bekir Büyükarkın. Nisan 1969’da Türk Tiyatro Yazarları Derneği ile Onk Ajans arasında imzalanan bir protokolden sonra Dernek üyeleri, başta Dernek Başkanı Cevat Fehmi Başkut olmak üzere, Adalet Ağaoğlu,Aydın Arıt, Çetin Atlan, Orhan Asena, Recep Bilginer, Necati Cumalı, Güngör Dilmen, Rıfat Ilgaz Ajans’a dahil oldular. Onk Ajans’a bağlı yazarların listesi, zaman içinde, bir hayli büyüdü. Kuşkusuz aramızdan ayrılanlar, onların yerlerine yeni gelenler de oldu. Onk Ajans’a, 50 yıl içinde bağlanmış olan yazarların listesi incelenirse bizim Türk yazarları için verdiğimiz hizmetin küçümsenmeyecek ölçüde olduğu saptanır kanısındayım… Onk Ajans’ın hizmet verdiği kişiler sadece yazar ve çevirmenler olmadı. Örneğin Turhan Selçuk gibi çizer, Yalçın Tura, Timur Selçuk, Cem İdiz gibi besteciler adına da çalışmalar yaptık ve yapmaktayız…Görüleceği gibi renkli bir yelpazeye hizmet vermekteyiz. Bu arada aklıma geldi bir konuya daha deyinmek istiyorum. Onk Ajans’ın telif haklar dışında, faaliyet gösterdiği bir alan daha olmuştur: Dergi yayıncılığı. Türkiye İş Bankası adına KUMBARA Çocuk Dergisi’ni 1978’den başlayıp 1993 yılına kadar 14 yıl boyunca hazırlayıp, yayınlamıştır. Çok kimsenin bilmediği Onk Ajans’ın bir başka yönüdür bu…
Yazarların Ajans’a bağlandıkları ilk zamanlarda ajans kavramını ve Ajans’ın işlevlerini hemen benimseyip sizinle muntazam bir işbirliğine girmişler miydi?
Tabii hemen değil. Konunun dışında idiler. Yazar-Ajans ilişkilerinin nasıl yürütülmesi gerektiğini bilmiyorlardı. Çok kez bizim yapacağımız işleri bize sormadan onlar yapıyor ve bizi arada bir zor duruma sokuyorlardı. Örneğin, olağanüstü sevdiğim ve takdir ettiğim Orhan Kemal’in Ajans kapısından kabahat işlemiş çocuk gibi girdiğini görünce, hemen anlardım. Yine parasız kaldı ve romanlarının birini daha bana haber vermeden birilerine sattı. O’na hiçbir zaman kızamazdım, çünkü ailesini geçindirmek için paraya ihtiyacı vardı.
Aziz Nesin de başka bir alemdi. Belki, çok yakın arkadaş olmamızdan ileri gelen bir rahatlıkla, bağlantıyı yapar bize sadece bunu yazılı hale sokmak görevi kalırdı. Hatta bazı kereler, yapmış olduğu, özellikle dış ülkelerdeki, bağlantıyı bile bize haber vermeyi unuturdu. Doğrusu Aziz’le ilişkilerimiz tam anlamıyla “aziznesinlik” olaylardı. Ben de, kırk yıllık arkadaşımdan olmamak için ”Böyle gelmiş, böyle gitmez” demez, “gider” derdım. Aziz Nesin’den çok çektim ben…Gazetecilikte de az mı çekmiştim? Onun yüzünden daha doğru bir deyişle onun yazıları yüzünden her hafta Basın Savcısı Hicabi Dinç tarafından sorguya çekilirdim. Bütün bunlara karşın O’nu çok sevdiğimi şimdi yokluğunda daha iyi anlıyorum.
Asıl mesleğiniz olan gazetecilikten ayrılıp telif hakları alanında çalışmanız sizi üzdü mü? Gazetecilikten ayrılmakla bir kaybınız oldu mu?
Başlangıçta belki üzdü… Çünkü meslek olarak gazeteciliği çok seviyor ve mesleğin gelişmesi için üzerinde bir hayli uğraş veriyordum. Ancak zamanla telif hakları alanında çalışmayı da çok sevdim ve bir şeyi çok iyi anladım. Bu meslekte muhatap olduğunuz kişilerin hepsi belirli bir seviyenin üzerindeler. Yazarlar, çevirmenler, besteciler, çizerler ve karşınızdaki yayınevleri, tiyatro yöneticileri, film yapımcıları…Hepsi belirli bir kültür seviyesinin üzerindeler. Kurduğunuz diyaloglar sizi daima zengin kılıyor. Aydın kişilerle oturuyor, aydın kişilerle kalkıyorsunuz. Bu, sizin kültür dağarcınızı zenginleştiriyor. Onk Ajans aracılığıyla tanıştığım, onlarla olmaktan büyük mutluluk duyduğum olağanüstü güzel dostlarım ve arkadaşlarım oldu. Onk Ajans olmasaydı, ben, Melih Cevdet Anday, Erol Güney, Adalet Ağaoğlu, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sadık Şendil ve diğerleri ile nasıl dost olabilirdim. Onk Ajans’ın bana neler kazandırdığını kelimelere dökmek gerçekten çok zor.
Bu 50 yıl sürecinde yanınızda çalışanların adedi bir hayli kabarıktır değil mi? Kimlerle birlikte çalıştınız? Bu konuda bize söyleyecekleriniz her halde vardır.
Doğrusu Onk Ajans’ta çalışanların adedi fazla kabarık değildir, çünkü başlangıçta ekonomik nedenlerle işi tek başına yürütmeye çalıştım. Öncelerde, dışardan bana yardımcılık edenlerle bir süre işi sürdürdüm. Dışardan bana yardımcılık edenlerin başında Sofi Lusarar gelir. Yabancıları bile şaşırtan olağanüstü Almanca ve Fransızca’sı ile 1959’tan beri bana yardımcı olmuştur. Bugün bile emekli olduğu ve bir köşeye çekildiği halde ona ihtiyacımız olduğu zamanlar bize yardım elini uzattır. Denebilir ki, bu 50 yıl boyunca sürekli yanımda olmuş tek kişi odur. Sait Maden’in de, yanılmıyorsam, elli yıldan beri Onk Ajans’a kesintisiz emeği geçmiştir.
İngilizce mektuplarımı önceleri Gülten Suveren, sonraları, öğrencilik yılları boyunca Ayşegül Yüksel ve Jale Parla yazmıştı. İkisi de bugün profesör. Ve alanlarında otorite oldular. Ajansın ilk profesyonel personeli sekreter olarak görev üstlenen Zeynep Erer’di. İlk sorumlu ve yetkili yardımcım Gülen Ataç oldu (İkinci kez 1993’te yeniden Onk’ta olmuştur). O’nu bir süre sonra Kezban Akçalı izledi. 1980’li yılların başında Nimet Tuna Onk’a katıldı. Nimet Tuna, Onk’un adıyla bütünleşen kişilerden biridir. Zorunlu nedenlerle bir kaç kez Ajans’taki görevine geçici olarak ara vermiş olmasına karşın bugün, yine “Genel Yönetmen” olarak çalışmakta ve benim en büyük yardımcımdır. Yardımcılarımdan bahsederken Ülkü Tamer’den ve onun ONK’a katkılarından bahsetmemek haksızlık olur. Ancak onun, doğrusu kaç kez Ajans’ta görev aldığını, kaç kez ayrıldığını, içtenlikle söylüyorum, ben hatırlamıyorum. Ajans’ta sürekli, ayrıntısız çalışanların başında Hatice Gök geliyor. Çocuk yaşta aramıza karışan ve Ajans’ın her bölümünde görev almış olan Hatice, nerede ise Guiness Rekorlar Kitabına girecek, kesintisiz tam 22 yıldır Onk Ajans’ta çalışıyor. Sürekli olarak çalışanların ikincisi; 14 yıldan beri Onk’ta olan Aslıhan Gülay. O’nu 12 yılla Gülnaz Yıldız izliyor. Hukuk Müşavirimiz Av. Levent Kip ve Mâli Müşavirimiz Zeki Işık Ferel ile kaç yıldan beri birlikte olduğumuzu hatırlamıyorum, sanki işin başından beri beraberiz gibi geliyor bana… Şunu özellikle belirtmek isterim. Ben, yardımcılarım konusunda, çok şanslıyım ve daima onlarla mutlu olmuşumdur. Onlara çok teşekkür borçluyum. Doğrusu benim de onlara bir faydam olduğunu sanıyorum. Örneğin, Gülen Ataç, Onk’ta edindiği deneyimlerden yararlanarak “Integra”yı, Kezban Akçalı ise “Akçalı Telif Hakları Ajansı”nı kurdu.
Sizi sorularımla yordum. Gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederim. Acaba son olarak bir şeyler daha söylemek ister misiniz?
Türkiye’de kurumlar, kuruluşlar, ortaklıklar, nedense çok uzun ömürlü olmuyor. Nedenini bilmiyorum. Ama, bu bir gerçek. Onk Ajans’ın bugün 50. yılını kutlaması, küçümsenmeyecek bir olay. Mütevazı olmaya gerek yok, doğrusu bundan büyük kıvanç duymaktayım. Umarım Onk Ajans uzun zaman, benden sonra da, yaşar. Çocuklarımın ve Ajans çalışanlarının bu bayrağı ileriye doğru taşıyacaklarından eminim. Sen çok yaşa “Onk Ajans”.