Mültecileeeer – “Bu soktuğumun gemisinde çok kalabalığız” ya da “Sınır Salonu”

Onlar; Pakistan’dan, Afganistan’dan, Somali’den, Eritre’den, Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan, Mali’den, Cezayir’den, Fas’tan, Haiti’den ve hayatın gelecek fikriyle bağdaşmadığı daha birçok yerden geliyorlar. Milyonlarcalar. Kaç milyon? Bilmiyoruz. Onlara ‘mülteci’ diyoruz ve kafalarında tek bir şey var: Avrupa’ya gelme arzusu.

‘Mülteciler: Avrupa parçalanıyor’; ‘Mülteciler: Avrupa’nın klinik ölümü’. İşte bunun gibi başlıklarla Le Monde gazetesi, ama bütün Avrupa basını da, 2016’nın Şubat sonundaki mülteci akını fenomenini böyle çözümledi. 2015 Eylül’ünde, Aylan isimli 5 yaşındaki Kürt kökenli Suriyeli çocuğun Ege Denizinde boğularak ölmesinden sonra; Almanya’nın – özellikle Angela Merkel Hanımefendinin – bir milyon mülteciyi kabul etmek için kollarını açma cömertliğini tüm basının takdir ettiği düşünüldüğünde, bu büyük bir davranış değişikliğidir.

Sadece beş aylık süre zarfında, Avrupa panikledi. Sorumlu politikacılar ve kamuoyu, gezegen üzerinde savaş bölgelerinde yaşayan yaklaşık 80 milyon insanın bulunduğunu ve bu insanların, aslında, uluslararası koruma talep etme, yani Avrupa’ya siyasi ilticada bulunma haklarının olduğunu anladı. Sınırlar kapanmaya başladı; dikenli tel sembolü tarihin derinliklerinden kâbus gibi fırladı. Avrupa, neler olduğunu bilmiyor, neler yapacağını bilmiyor ve yollarda olan sürgündeki milyonlarca adayı durdurmak için değerlerini (serbest dolaşım, insan hakları, açık toplum, vs.) inkâr etmenin cezbediciliği de ağır basıyordu.

Soru: Tiyatro, bu konularda bir tartışma alanına dönüşebilir mi?

Benim yanıtım evet, işte bu yüzden de bu şantiyeyi açtım, yani mülteciler hakkında bir oyun yazmak. Radio France Internationale’de gazeteci olarak, mültecileri içeren bilgilerde ve röportajlarda tamamen “boğuldum”. Yunanistan’a, İtalya’ya, Macaristan’a ya da Birleşik Krallık’a yaptığım seyahatler sonrasında, kendim de bazı “gerçekler” keşfettim. Benim amacım da bu “malzemeyi” kullanarak; büyük bir insani, kültürel ve jeopolitik mutasyonun derin dürtülerini anlamaya çalışmaktır.
Ben, çok da “benzeri görülmemiş ölçekte bir göç fenomeni” söz konusu olmadığı ama bir çeşit “paylaşım devrimi” olduğu konusunda ikna oldum. Bu hareketin (hayatta kalma içgüdüsüyle de desteklenen) arkasında devasa bir pasif direniş saklı. Bu yüzlerce milyon insan, aynı zamanda Avrupa’ya ekonomik, politik ve kültürel modelinin kötü evrenselleştiğini de hatırlatmaktadır. Bu yalnızca sınırlı bir yaşanabilir çevrede işleyen bir modeldir. Oysaki gezegenin geri kalanı sadece televizyon izleyerek “seçkinlerin şölenine” tanık oluyor… Bu kuşkusuz bir adaletsizlik olup; modelin ilham vericileri, Batılılar, bugün bu borçtan kurtulmalıdır. Bugün tanık olduğumuz “dünyada yeniden paylaşımın mutluluğuna erişim” devrimidir.

Ancak tiyatro; kendi kavrama çalışması içinde, düşünmeyi dürtmek ve neticede bilinçleri uyandırmak için ne siyaset dilini ne de sosyolojinin ya da pedagojininkini benimser.

Modüler oyunumda, Avrupa’nın içinde bulunduğu büyük ahlak ikilemi hakkında fikir vermeye çalıştığım kısa sahneler ve dramatik durumlar (gerçek olaylardan esinlenilmiş) sunuyorum. Ama özellikle bu oyunda fenomenin duygusal ve insani kısmını elde etmeyi arzuluyorum. Gözlerimizin önünde gerçekleşmekte olan, insanın kaderin amansız gücüyle yüzleştiği Antik Yunan Tiyatrosuna yaraşır bir insanlık trajedisidir.

 

Yazar : Matei Vi?niec
Çevirmen : Burak Üzen
Tür : Trajikomik – Dram
Bölüm : Tek Perde / 25 Bölüm + 6 Yedek Bölüm
Oyuncu Adedi : Değişebilen roller. En az 3 Erkek 2 Kadın oyuncu

 

Yapıt Hakkında