Ahmet Hamdi Tanpınar
Biyografi
(İstanbul, 23 Haziran 1901- İstanbul 24 Ocak 1962) Şair, öykücü, romancı, denemeci, edebiyat tarihçisi. Çeşitli liva ve vilayetlerde kadılık yapan Hüseyin Fikri Efendi ile Trabzonlu Nesibe Hanım ’ın oğlu olarak Şehzadebaşı semtindeki evlerinde doğan Ahmet Hamdi ’nin çocukluğu çok defa babasının kadılığı dolayısıyla onun bulunduğu yerlerde geçti. İstanbul ’da, ancak babasının yeni bir yere tayini sırasında kısa aralarla bulundu. Bu yüzden öğrenimi de düzenli olamadı. İlköğrenimine İstanbul ’da Ravza- i Maarif İptidai Mektebi ’nde başladı. Daha sonra Sinop (1908- 09) ve Siirt (1909- 10) rüştiyelerinde okudu. Siirt ’te Katolik Dominiken misyonerlerinin yönettiği bir Fransız mektebinde bir yıl kadar öğrenim gördü. Lise yıllarının bir kısmını Vefa ve Kerkük (1914- 15) sultanilerinde geçirdi; Antalya Sultanisi ’nden mezun oldu (1917). Öğrenimini sürdürmek üzere İstanbul ’a giden (1918) Ahmet Hamdi önce Baytar Mektebi ’ne yatılı öğrenci olarak girdi. Burada bir yıl okuduktan sonra ertesi yıl Darülfünun ’un Edebiyat Şubesi ’ne kaydoldu; önce tarih, daha sonra felsefe öğrenimi görmeye teşebbüs etti. Bu kararsızlıkları sırasında, henüz lise öğrencisiyken yazılarından tanıdığı Yahya Kemal ’in Edebiyat Şubesi ’nde ders verdiğini öğrenince bu bölüme kaydını yaptırdı (1919). Fakültede sınıf veya dönem arkadaşları olan Hasan Âli [Yücel], Necmettin Halil [Onan], Rıfkı Melûl [Meriç] gibi isimlerin yanı sıra, daha öğrencilik yıllarında dönemin önde gelen dergilerinden olan Dergâh ’ı yayımlayan Mustafa Nihat [Özön] da vardır. 1923 ’te fakülteden mezun olduktan sonra on yıl kadar sürecek olan lise edebiyat öğretmenliğine başlayan Ahmet Hamdi, böylece Cumhuriyet devrinin ilk öğretmenleri neslinden olarak aynı yıl önce Erzurum, daha sonra Konya (1925) ve Ankara (1927) liselerinde bulundu. Ankara ’dayken, adı daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü ’ne çevrilecek olan Gazi Orta Muallim Mektebi ’nde ders verdi. Bu okulun bünyesinde bulunan Musiki Muallim Mektebi ’nin zengin müzik salonundaki birkaç yüz plak, ona bu iki yıl içinde Batı müziğinin büyük yapıtlarını dinleme fırsatını verdi. 1932 ’de İstanbul Kadıköy Lisesi ’ne atandı. 1933 ’te Ahmet Haşim ’in ölümü üzerine ondan boşalmış olan Güzel Sanatlar Akademisi Sanat Tarihi Kürsüsü ’nde estetik ve mitoloji dersleri verdi. Burası da onun için Batı kültür ve sanatına açılan yeni bir ufkun başlangıcı oldu. Bu görevi sırasında müzikten sonra resim, heykel ve mimarlık gibi plastik sanatlara da açılıyordu. Aynı yıllarda Üsküdar Amerikan Koleji ’nde de edebiyat derslerine girdi. Bu arada İspanya büyükelçiliğinden dönmüş olan eski hocası Yahya Kemal ’in dost meclislerinde bulundu. Onun aracılığıyla İstanbul Belediyesi Türk Musikisi Konservatuvarı ’nın, daha sonraki yıllarda da İstanbul Radyosu ’nun Türk müziği arşivlerindeki pek çok klasik parçayı, bazılarını Yahya Kemal ’le ve onun yorumlarıyla beraber dinledi.
Türk edebiyatı derslerinin dönemlere ayrılmadan bir bütün olarak okutulduğu Edebiyat Fakültesi ’nde ilk defa Tanzimat ’ın 100. yılı vesilesiyle Maarif Vekâleti tarafından “19. Asır Türk Edebiyatı Kürsüsü” kurulması kararlaştırılınca Tanpınar da bu kürsünün başına getirildi. O zamanki mevzuata göre doktora ve doçentlik şartları aranmaksızın profesör olarak atanan Tanpınar bir süre sonra çalışmaları için zaman bulmak ve daha rahat şartlara kavuşmak düşüncesiyle 1943 seçimlerinde TMBB ’ye 7. dönem Maraş milletvekili olarak girdi; 1943- 46 arasında bulunduğu Meclis ’te aktif bir çalışması olmadı. 1946 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi tarafından aday gösterilmeyince MEB ’de müfettiş olarak görev aldı. 1948 ’de estetik dersleri vermek üzere İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi ’ne atandı. 1949 ’da Edebiyat Fakültesi ’ndeki profesörlük görevine döndü. 1953 ’te önce altı ay, daha sonra üç hafta (Filmoloji Kongresi), 1957 ’de bir hafta (Münih Müsteşrikler Kongresi) ve 1959 ’da da bir yıl kalmak üzere dört defa yurtdışına çıkan Tanpınar bu sürelerin büyük bir bölümünü Paris ’te geçirmiş, bu arada Fransa ’nın diğer şehirleri ile İngiltere, Belçika, Hollanda, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya ve Avusturya ’yı da kısa sürelerle tanımak olanağı bulmuştur. Hemen hemen bütün hayatı boyunca sağlığından şikâyetçi olduğu mektuplarından ve yakınlarının anılarından bilinen Tanpınar geçirdiği bir kalp kriziyle Haseki Hastanesi ’ne kaldırıldı; ertesi sabah ikinci bir krizle vefat etti. Süleymaniye Camii ’nde kılınan cenaze namazından ve İstanbul Üniversitesi ’ndeki törenden sonra Rumelihisarı Kabristanı ’nda hocası ve dostu Yahya Kemal ’in kabrinin yanı başına defnedildi. Mezar taşı üzerinde çok bilinen bir şiirinin iki dizesi kazınmıştır:
“Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında”
Edebiyatın roman, öykü, deneme, şiir, eleştiri, inceleme, edebiyat tarihi gibi hemen hemen her türünde yapıt vermiş, hatta amatör olmaktan daha ileri bir düzeyde müzik, mimarlık, resim, hat gibi diğer güzel sanat alanlarıyla ilgili yapıtlar hakkında da dikkate değer yorumlar yazmış olmakla beraber, daha çok şair tarafı ön plana çıkan Tanpınar ’ın mektup, söyleşi ve yazıları arasına sıkışmış anı notlarında kendisi hakkındaki değer yargıları yahut izlenimleri de “şairane” bir özellik gösterir. Kendi hayatı ve kişiliği üzerine önemli ipuçları taşıyan ve ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı anlaşılan “Antalyalı Genç Kıza Mektup”ta “Ergani Madeni ’nde üç yaşımda iken bir gün kendime rasladım. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bir bayıra bakıyordum” diye başladığı iç dünyasının biyografisinde, uzak çocukluk yıllarından gelen izlenimlerini adeta bir şiir olarak yeniden kurduğu dikkati çeker. Gerek bu mektupta, gerekse diğer yapıtlarında sıkça tekrarladığı ve Tanpınar ’ın psikolojisine ve oradan da estetiğine işaret edebilecek birtakım anahtar kavramlar vardır: Bakmak, lezzet ve hayranlık. Bu üç kavramın ifade ettiği ortak duygu bir “temaşa” psikolojisiyle açıklanabilir. Aynı cümlede “buğulu cam” sözünün arkasında ise kaybolmaya hazır, nostaljiyle karışık, fakat daha çok “izlenimci” ifade de dikkate alınırsa Tanpınar ’ın estetik programının büyük bir parçası ortaya çıkar.
“Musul Akşamları” adını taşıyan ilk şiiri Celal Sahir ’in yayımladığı şiir dergilerinden Altıncı Kitap ’ta (Temmuz 1920) çıkan Tanpınar ’ın diğer şiirleri Dergâh, Millî Mecmua, Hayat, Görüş, Yeni Türk, Varlık, Kültür Haftası, Ağaç, Oluş, Ülkü, İstanbul, Aile, Yeditepe gibi dönemin önemli kültür ve edebiyat dergilerinde yayımlandı. Sağlığında yaptığı bir seçimle Şiirler adıyla yayımlanan (1961) kitabında 37 şiir vardır. Bu kitaba girmemiş olanlar ile bitmemiş şiirlerinin ölümünden sonra bir araya getirildiği Bütün Şiirleri ’nde ise bu sayı 90 ’ı bulmaktadır. Form bakımından klasik bir şiir eğitiminin gereğine inanan Tanpınar ’ın sağlığında çıkardığı kitabına aldıkları tamamen hece vezniyledir. Tanpınar ’ın heceyi seçmesi ancak aruzun sesini araması, ilk şiirlerini yazdığı yıllarda çevresinde aruzun son, hecenin ilk ustalarını bulmasıyla açıklanabilir. T. Alptekin, serbest şiir denemeleri de yapan Tanpınar ’ın, aruzun devamı olan bir hece kurmak istediğini belirtir. Şiirlerinin çoğu müzik, rüya, zaman ve sonsuzluk temaları etrafında gelişir. İkinci derecede doğa, ölüm, korku, ışık ve aşk motifleri yer alır. Şiirinin bu özellikleri dikkate alındığında onun, hayranı ve çok şeylerini borçlu olduğunu söylediği hocası Yahya Kemal ’in değil, edebiyat meclislerinde Yahya Kemal ’e rakip görünmüş olan Ahmet Haşim ’in izini takip etmiş olduğu anlaşılır. Genel olarak şiir ve kendi şiiri hakkındaki yazılarının ışığında Tanpınar ’ın şiiri, büyük bir dikkat ve itinayla kelimeleri seçmek, sesi iyi tayin edebilmek için kulağın kontrolünü temin etmek, duygu ve düşünce birikimiyle onu mükemmelliğe eriştirmek formülüyle açıklanabilir. Bu mükemmellik, şiirin içeriğiyle birlikte diline ve biçimine de aittir.
Tanpınar, öykücülüğünde ve romancılığında da şairlik tarafı ağır basan bir yazardır. Hatta tarihe bakışında, edebiyat, müzik ve plastik sanat yapıtları hakkındaki eleştiri ve yorumlarında bile bu tarafı ön plandadır. Kendi roman ve öyküleri için şiir anlayışından farklı olmadığını, onlarda da “rüyanın nizamı”nın egemen olduğunu söyleyen Tanpınar ’a göre burada bizzat rüyanın kendisi değil, “dilde rüya halini kurmak” söz konusudur. Bu, yaratıcılığının ürünü olan bir rüya olacaktır. Böylece rüya bir tarafıyla psikolojik bir deneyim olarak yapıta girerken, aynı zamanda onun estetik değerini de oluşturur. Burada bilimsel ve pozitivist açıdan bakılan bir rüya değil, belki bu verilerden de hareket edilerek, Freud ’dan Jung ’a ve Bachelard ’a kadar uzanan birçok kuramı, hatta bunlara aykırı metapsişik ve dinsel yorumları da içine alan insanlığın zengin bir birikimi olan rüya vardır. Tanpınar ’ın ilk öyküsü olan “Geçmiş Zaman Elbiseleri”nde rüyadan söz edilmez, ancak, öyle rüya gibi bir dekor içinde garip insanlar, olaylar ve mekân içinde geçer ki okuyucu kendini ister istemez bir rüya atmosferinde bulur. Tanpınar ’da rüyanın asıl trajik havası “Abdullah Efendi ’nin Rüyaları” ve “Rüyalar” öykülerindedir. Her iki öyküde de rüyanın bilinçaltı veya metapsişik yorumlarına işaret vardır. İlk romanı Mahur Beste 1944 ’te Ülkü dergisinde tefrika edilmiştir. Behçet Beyefendi ’nin yaşlılık günlerinden başlayan ve yaşamına giren kişiler çevresinde genişleyerek geçmişe uzanan roman, yarım kalmış olmasına rağmen, her bölüm kendi içinde tamdır ve karakterler derinlikli olarak işlenmiştir.
Tanpınar ’ın roman ve öykülerinin önemli temalarından biri de zaman ’dır. Bunda da ustası olarak kabul ettiği yazarlardan Marcel Proust ’un etkisi vardır. Tanpınar da onun gibi bir “geçmiş zaman peşinde”dir. Bu geçmiş ya bireysel planda olur (bireysel anılar, bunların romana girişi yahut roman kahramanlarının anıları) veya ulusal tarih içinde (Huzur, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler romanları ile “Erzurumlu Tahsin” öyküsü gibi yakın dönem tarihi ile iç içe olan yapıtlarında). Fakat zaman Tanpınar ’da asıl estetik bir unsur, bir roman tekniği olarak önem kazanır. İlk defa Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen (22 Şubat- 2 Haziran 1948) Huzur, olay olarak 24 saat içine sığdırılmış olduğu halde geriye dönüşlerle zamanın genişletildiği hacimli bir romandır. Böylece romanda zaman, kahramanların hatırladıklarını güncel zamana taşıyan, bu özelliğiyle de yapıtın hem içeriğini, hem de tekniğini yöneten bir üslup mekanizması olur. Diğer romanlarında da bu tarzda geçmişe gidiş ve zamana dönüşün komplike olayları vardır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ’nde ise yazar aynı temayı ironik bir dille ve toplumsal bir hiciv malzemesi olarak kullanır. Önce Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilen (10 Mart- 26 Mayıs 1950) Sahnenin Dışındakiler, Tanpınar ’ın “nehir roman” olarak tasarladığı Mahur Beste ve Huzur ’un bir parçasıdır. II. Meşrutiyet döneminin parti çekişmeleri ve Mütareke yıllarının bezginliğini vurgulayan roman, zengin imajlarla yüklü ironik üslubuyla öne çıkar.
Hemen hemen her romancıda olduğu gibi, Tanpınar ’ın roman ve öyküleri de kendi hayatından izler taşır. Bu nedenle bazı eleştirmenler onun özellikle Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi romanlarında hayattaki gerçek kişilikleri aramayı denemişlerdir. Roman ve öykülerinin çoğunda, bir kısmı arka planda da olsa, dönemin ve geçmişin tarihsel kişilikleri bazen otantik birer ad olarak geçer, bazen de farklı adlarla ve az çok deforme edilmiş olarak görünürler; Huzur ’daki Mümtaz ’ın Tanpınar ’ı, İhsan ’ın Yahya Kemal ’i bilinen birtakım özellikleriyle göstermesi gibi. Bunun dışında yazarın çocukluğundan itibaren yaşadığı Sinop, Kerkük, Antalya, Erzurum ve çok geniş çapta ele aldığı İstanbul gibi mekânlar da anılarında belirttiği izlenimleriyle yapıtlarına yansımıştır.
Tanpınar ’ın romanları için birer kültür romanı demek doğru olur. Hemen hemen her yapıtında, çok defa entelektüel, hatta yazar veya sanatçı olan kahramanlarının, bazen de diğer figüratif kişilerin diyaloglarında, iç konuşmalarında yakın dönem tarihinden mimarlık, resim, hat ve müziğe, oradan felsefi ve tasavvufi meselelere kadar zengin bir kültür birikimi sergilenir. Bu yüzden Tanpınar ’ın romanlarıyla çok defa bu kültüre yabancı olmayan okuyucu ilgilenmiştir.
Tanpınar ’ın edebi eleştirileri ve özellikle XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, zengin ve ayrıntılara dayanan belge tarihçiliği ile kişilerin ve metinlerin sanatkârca yorumunun sentezi karakterindedir. Edebiyat tarihleri arasında benzeri olmayan orijinal şeması, değer yargıları ve üslubuyla Tanpınar ’ın edebiyat tarihi, tek yönteme bağlı kalmadan yazılmış yeni bir terkip anlayışının ürünüdür. Önsözünde Brunetière ’in türlerin gelişmesi, Thibaudet ’nin nesiller, Hippolyte Taine ’in zaman ve çevre kuramlarından yöntem olarak yararlandığını söyleyen Tanpınar aslında bütün bu kuramsal temellerin edebiyat tarihine ancak bir giriş kapısı oluşturduğunu, daha sonra tarihin ve konuların gereğinin kendisini duyurmaya başladığını ifade eder. Bütün bunlar ona göre, edebiyat tarihçiliğinde tek bir yöntemde ısrar etmenin doğru olmadığı, belki her edebi dönem, kişi ve yapıt için farklı yöntem ve bakış açıları kullanılması gerektiği anlamına gelmektedir. İki cilt olarak düşündüğü halde sadece birinci cildini çıkarabildiği çalışması Tanzimat ’tan başlayarak 1885 ’e kadar gelir. Böylece dar bir zaman çerçevesine sıkıştırdığı edebiyat tarihinin asıl özgünlüğü zaman, çevre, ırk, ekol, kültür, uygarlık gibi etkenlerin her birinin, sanatçı ve yapıtının oluşumunda farklı roller oynadığı tezine dayanmasıdır. Sınırlandırılmamış bir yöntem anlayışı, bu rolleri yapıtın ve çalışmanın doğal akışı içinde belirleyecektir. XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi ’nde eski edebiyat üzerine özgün ve önemli uzun bir girişten sonra “Garplılaşma Hareketlerine Umumi Bir Bakış” adlı bölümde uygarlık- edebiyat ilişkilerine dikkatleri çeken Tanpınar, Tanzimat ’a yakın yıllarda divan ve halk şiiriyle nesri üzerinde de durur. Edebi kişiliklerin gruplaşması meselesinde de diğer edebiyat tarihçilerinden farklı bir tutum içindedir. Bir taraftan kişileri birbirine yaklaştıran bağları keşfederken, türlerin gelişmesini de bütün kitap boyunca bir fon konusu olarak izler.
Doğu uygarlığının en büyük eksikliklerinden birinin eleştiri olduğunu birkaç defa tekrar eden Tanpınar ’ın edebiyatla ilgili yazıları Edebiyat Üzerine Makaleler, diğer eleştiri ve deneme yazıları Yaşadığım Gibi adı altında ölümünden sonra toplanmıştır. Edebiyat ve sanat meseleleri hakkındaki görüşlerini içeren özel mektupları Ahmet Hamdi Tanpınar ’ın Mektupları adıyla, günlükleri Günlüklerin Işığında Tanpınar ’la Başbaşa adıyla yayımlanmıştır.
Tanpınar ’ın düzyazıları arasında olduğu kadar, Türkçede de şehir monografileri arasında özel bir yeri olan Beş Şehir gerek düzyazı sanatı, gerekse içeriği bakımından dikkate değer yapıtlarındadır. Kitaptaki beş şehrin öyküsü için söylenebilecek ortak özellik, eskinin büyük değerleriyle geleceğe uzanan Türk şehirlerinin tarihsel ve kültürel maceralarını ve ümitlerini yansıtmasıdır. Böylece “Ankara”da Roma İmparatorluğu ’ndan Selçuklu ve Osmanlı ’ya, “Erzurum”da yakın dönem tarihinden günümüze, “Konya”da Selçuklu ’dan Osmanlı ’ya, “Bursa”da Osmanlı ’nın başlangıç yıllarından güncel tarihe, nihayet “İstanbul”da Bizans ’tan Osmanlı ’ya, sürekliliğini kaybetmeyen ve kopmayan bir süreç içinde devamlı zihni bir gidiş- geliş; bütün bu uygarlıkların, onların bıraktığı sanat yapıtlarının, hayat tarzlarının, kültürlerinin, insanlarının mukayesesini verir
Ulus ve tarih hakkındaki düşüncelerinde Yahya Kemal ’in kendisi üzerinde büyük etkisi olduğunu, yazılarında sık sık hatırlatan Tanpınar ’ın şiirlerinde bu etkiyi görmek kolay değildir. Belki “Bursa ’da Zaman” ve “Bir Gün İcadiye ’de” adlı şiirlerinde bu etkiye nispeten açık olduğu söylenebilir. Roman ve öykülerinde olduğu kadar düzyazılarının çoğunda ve özellikle Beş Şehir ’de Yahya Kemal ’den gelen tarih zevki ve kültürü daha belirgindir. Nitekim Beş Şehir ’i Yahya Kemal ’e ithaf etmek istediğini, fakat kitabın, her iki basımında da uzakta olduğu için bu arzusunu yerine getirememiş olduğunu Antalya Mektubu ’nun bir yerinde üzülerek kaydeder.
Beş Şehir ’in en önemli özelliği, buradaki konuların birer şehir monografisi olmaktan ibaret kalmamalarıdır. Bunlarda tarih bilgisinden ziyade tarih kültürünün, sanat tarihi tasvirlerinden çok sanatçı sezgisinin, bir toplum kurumunun şematik- sosyolojik incelenmesi yerine de sıcak insani değerlerin ön planda olduğu görülür. Diğer bir özelliği ise kitabi bilgiye değil, yazarının gözlemlerine dayanmasıdır. Hayatının büyük bir bölümünü İstanbul ’da geçirmiş olan Tanpınar, kitabında anlattığı şehirlerin her birinde iki yıl veya daha fazla bir süre kalmış, oraların tarihi, mimarlığı, günlük yaşayışı ve insanlarına bir bilim adamı gibi değil, bir dost gibi yakın olmuştur. Uzun süre ikamet etmediği Bursa ’ya ise değişik sürelerle birkaç defa gitmiş olduğunu bizzat kendisi söyler. Böylece şehirlerin anlatıldığı sayfalar arasına Tanpınar ’ın anıları ve izlenimleri de girer. Bununla beraber yapıta gezi notları veya anılar dizisi demek doğru olmaz. Bir taraftan da yazarının profesyonelce olmayan mimarlık, müzik, hat ve nakış zevki yazıların estetik temelini oluşturur. Her şehirde, oranın yetiştirdiği veya orada yaşamış olan siyasilerin, yöneticilerin, sanatçıların yanında yazarın bizzat tanıdığı esnaftan, zanaat sahiplerinden alelade kişiler, onların erdemleri, acıları, sevinçleri, gözyaşları veya küçük ihtirasları dikkate değer bir gözlemle bu yazıların zengin malzemesini oluşturmuştur. Bütün bunlar kaybolan değerlere karşı duyulan ince bir hüznün yanında yer yer Tanpınar ’ın üslubuna özgü gizli bir ironiyle anlatılmıştır.
Kişiliği ve yapıtlarıyla Tanpınar ’da, yenileşmenin zorunluluğuna inanır görünmesine, hatta yenilikleri yüceltme gayretine rağmen, Osmanlı uygarlık ve kültürünün, bunları doğuran büyük değerlerin yavaş yavaş kaybolmasından gelen bir iç sızısının, bitip tükenmeyen bir nostaljinin varlığı muhakkaktır. Bütün bu metinler içinde halk ve divan şiirlerinden mısralarla şarkı güfteleri, hatta bizzat müziğin eşliği bu nostaljik duyguları zenginleştirmektedir. Beş Şehir, diğer düzyazılarına kıyasla şiirsel üslubunu daha fazla hissettiren, deneme- monografi karışımı bir tür olarak kabul edilmelidir. Kitap Tanpınar ’ın yapıtları arasında değişik düzey ve kesimlerdeki okuyucu grupları tarafından sevilmiş, bu sebeple birçok defa basılmıştır.
Yapıtlarından Abdullah Efendi ’nin Rüyaları (yön. M. Erksan, 1975) ve Yaz Yağmuru (yön. T. Giritlioğlu, 1995) filme alınarak TRT televizyonunda gösterildi.
Kaynak : Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi
Bütün Yapıtları
Şiir Kitapları :
- Şiirler (1961)
- Bütün Şiirleri (1976)
Öyküler:
- Abdullah Efendi ’nin Rüyaları (1943)
- Yaz Yağmuru (1955)
- Hikâyeler (1983)
Romanlar :
- Huzur (1949)
- Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961)
- Sahnenin Dışındakiler (1973)
- Mahur Beste (1975)
- Aydaki Kadın (1987)
Denemeler :
İnceleme ve Araştırma :
- Tevfik Fikret: Hayatı, Şahsiyeti, Şiirleri (1937)
- Namık Kemal Antolojisi (1942)
- XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949)
- Yahya Kemal (1962)
- Edebiyat Üzerine Makaleler (1977)
Mektup ve Günlükler :
- Ahmet Hamdi Tanpınar ’ın Mektupları / Haz: Z. Kerman (1974)
- Tanpınar ’dan Hasan- Âli Yücel ’e Mektuplar, / Haz: C. Y. Eronat (1998)
- Günlüklerin Işığında Tanpınar ’la Başbaşa / Haz: Z. Kerman, İ. Enginün (2007)
Çeviriler :
- Alkestis / Euripides (1943)
- Elektra / Euripides (1943)
- Medeia / Euripides (1943)
- Yunan Heykeli / H. Lechat – Z. Müridoğlu ile birlikte (1945)
Senaryo :
- İki Ateş Arasında – Sahnenin Dışındakiler romanının bizzat yazarı tarafından uyarlanan film senaryosu