Bugün 27 Mart... Dünya Tiyatro Günü..
Bu yılki 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi, 2023 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Norveçli yazar Jon Fosse tarafından yazıldı. fosse'nin bidirisi şöyle :
"Her insan eşsizdir ve aynı zamanda diğer insanlar gibidir. Dış görünüşümüz diğer herkesten farklıdır, elbette bu iyi ve güzel bir şeydir, ancak aynı zamanda her birimizin içinde yalnızca o kişiye ait olan, yalnızca o kişi olan bir şey vardır. Buna onların ruhu ya da canı diyebiliriz. Ya da onu kelimelerle etiketlememeye, kendi haline bırakmaya karar verebiliriz.
Ancak hepimiz birbirimizden farklı olsak da, birbirimize benzeriz de. Hangi dili konuşursak konuşalım, hangi ten rengine sahip olursak olalım, hangi saç rengine sahip olursak olalım, dünyanın her yerinden insanlar temelde birbirine benzer. Bu bir paradoks gibi görünebilir: aynı anda hem birbirimize düpedüz benziyoruz hem de birbirimizden tamamen farklıyız. Belki de insan özünde paradoksaldır, beden ve ruh arasında kurduğumuz köprüde hem en dünyevi, somut varoluşu hem de bu maddi, dünyevi sınırları aşan bir şeyi kapsarız.
Sanat, iyi sanat, biricik olanla evrensel olanı birleştirmeyi mükemmelce başarır. Farklı olanı –yabancı olanı da diyebilirsiniz– evrensel olarak anlamamızı sağlar. Böylece sanat diller, coğrafi bölgeler ve ülkeler arasındaki sınırları aşar. Sadece herkesin bireysel niteliklerini değil, aynı zamanda, başka bir anlamda, her insan grubunun, örneğin her ulusun bireysel özelliklerini de bir araya getirir. Sanat bunu farklılıkları eşitleyerek ve her şeyi aynılaştırarak değil, tam tersine bize bizden farklı olanı, bize yabancı olanı göstererek yapar.
Tüm iyi sanatlar tam da bunu içerir: Yabancı bir şey, tam olarak anlayamadığımız ama aynı zamanda bir şekilde anladığımız bir şey. Tabiri caizse bir gizem içerir. Bizi büyüleyen ve böylece bizi sınırlarımızın ötesine iten ve bunu yaparken de tüm sanatların hem kendi içinde barındırması hem de bizi yönlendirmesi gereken aşkınlığı yaratan bir şeydir bu.
Zıtlıkları bir araya getirmenin daha iyi bir yolunu bilmiyorum. Bu, dünyada çok sık gördüğümüz, yabancı olan her şeyi, benzersiz ve farklı olan her şeyi, genellikle teknolojinin elimize verdiği en insanlık dışı icatları kullanarak yok etmenin yıkıcı cazibesine kapılan şiddetli çatışmaların tam tersi bir yaklaşımdır. Dünyada terörizm var. Savaş var. Çünkü insanların da hayvani bir yanı vardır; ötekini, yabancı olanı büyüleyici bir gizem olarak değil, kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak görme içgüdüsüyle hareket eder. Biricik olma hali –hepimizin görebildiği farklılıklar– bu şekilde ortadan kaybolur ve geride, farklı olan her şeyin yok edilmesi gereken bir tehdit olduğu kolektif bir aynılık bırakır. Dinde ya da ideolojide dışarıdan bir farklılık olarak görülen şey, yenilgiye uğratılması ve yok edilmesi gereken bir şey haline gelir. Savaş hepimizin içinde derinlerde yatan şeye karşı verilen bir mücadeledir: biricik olana. Ve aynı zamanda sanata karşı, tüm sanatın derinliklerinde yatan şeye karşı bir savaştır bu.
Burada özel olarak tiyatro ya da oyun yazarlığı hakkında değil, genel olarak sanat hakkında konuşuyorum, ancak bunun nedeni, daha önce de söylediğim gibi, tüm iyi sanatların derinlerde aynı şey etrafında dönüyor olmasıdır: tamamen benzersiz olanı, biricik olanı almak ve onu evrensel hale getirmek. Tikel olanı sanatsal olarak ifade etmek suretiyle evrensel olanla birleştirmek: tikelliği ortadan kaldırmak değil, bu tikelliği vurgulamak, yabancı ve alışılmadık olanın açıkça parlamasına izin vermek.
Savaş ve sanat birbirine zıttır, tıpkı savaş ve barışın birbirine zıt olması gibi – bu kadar basit.
Sanat barıştır."
ITI (Uluslararası Tiyatro Enstitüsü) Üniversiteler Türkiye Temsilcisi BİLKENT Üniversitesi Tiyatro Bölümü Başkanı Jason Hale ve ITI Türkiye Temsilciliği Yönetim Kurulu’nun (Turan Oflazoğlu, Engin Uludağ, Ayşe Emel Mesci ve Savaş Aykılıç) aldıkları ortak karar ile bu yılki Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi ise, uzun yıllar Devlet Tiyatroları’nda çalışan, TOBAV (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Vakfı) başkanıyken başlattığı “sanataevet” kampanyasıyla tanıdığımız yönetmen, tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, değerli sanat insanı Tamer Levent tarafından kaleme alındı. Tamer Levent'in bildirisi ise şöyle :
"İnsan beyni de hamile olur.
Ama bu hamilelik bir merak sorusu ile başlar.
Düşünceler ve kaynaklar bir araya getirilir. Geliştirilir.
Eksik bilgi varsa ulaşılmaya çalışılır.
Her şey fikir düzeyinde olgunlaşınca, sıra doğuma gelir.
Hamilelik süreç, doğan bebek üründür. Onun da büyümesi ve gelişmesi gerekir.
Sanat, süreç ve ürün devamlılığının hiç bitmeyen gelişmesidir. Tıpkı insanlık tarihi ve geleceği gibi…
Drama, insanların iç ve dış aksiyonudur. Bu aksiyon ile yaşadığı durumlardır.
Yani düşünce ve onun dışa yansıması.
İnsanlık dilsiz olduğu çağlarda birbiriyle drama aracılığıyla anlaşmıştı.
Ses, taklit ve bedensel anlatımlar ile, doğaçlama olarak durumları canlandırmış, iletişim kurmuştu.
Bu iletişim, ona düşüncenin ihtiyacı olan deneyimleri ve bilgileri sağlamıştı.
Başlangıçta kendisi için rol yapan insan, daha sonra tiyatro alanlarında seyirci olmuştu.
Aslında tiyatroda sahnelenen kendi hikâyesi idi.
Yaşam sahnesinin gerçek oyuncuları, deneyimcileridir onlar.
Yaşamlarına ayna tutan sahnedeki insanlar ise, yaşam sanatı yolculuğuna onları davet eden rehberlerdir.
Yaşam sahnesinde, eğitim ve öğretim sistemlerindeki ezbercilik yoktur.
Tiyatro aktörleri, durumları yorumlarken, deneyimcilerin onlarla empati kurabilecekleri yorumlar sunmalıdır.
Davranışların nedenleri, niçinleri ile, farkındalığı uyaran seçilmiş, çalışılmış, inandırıcı gestuslar kullanmalıdırlar..
Tiyatro malzemesini toplumdan alır. Kendi laboratuvarında işlemden geçirdikten sonra, tekrar aynı topluma sunar. Süreç ve ürün formülünü harekete geçirir.
Yaşamın değişip gelişmesine neden olur. Bu sonu olmayan devinim, her çağın durumlarının özen ile seçilmesi ve çalışılması ile gerçekleşir.
Başarı ve başarısızlığın dramalarını seçip, inandırıcılığı ile sorgulamayı uyarabilmelidir aktörler.
Her zaman yaşantımızda olan felsefeyi, psikolojiyi, sosyolojiyi, sanat düşüncesinin bütün özelliklerini titizlikle dikkate almalıdırlar.
Her seferinde durumlara özenle ayna tutmak sanatını paylaşmalıdır tiyatro.
Ancak o zaman sağlayabilir, deneyimcilerin ona katılmasını, empati kurmasını.
Bilgileri uygulamaya dönüştüren düşünce ortaklığı kurmasını. Gülmesini, ağlamasını, alkışlamasını…
Tiyatro düşünmediklerimizi hatırlatıp, bizleri yüzleştirir.
Ezberlenmiş bilgilerimizle; din, dil ve ırk ile bütünleştiremediğimiz; nedenlerini sorgulamadığımız konuları, insan olma ortaklığında, ders vermeden sorgular.
Tiyatro ve onun mayası olan drama, düşüncelerimizi harekete geçirir.
Yaşamın sanatının gelişip değişmesine engel olan unsurları fark etmemize neden olur.
Bunlar, kişisel ya da dünya genelinde engeller olabilir.
İnsanlık bu çağda yaratılan savaşların da, çocuk katliamlarının da kurgulandığının farkında artık.
Ama dünyayı var eden insan aklı ve draması bize her dönemde çözümler üretmeyi öğretmedi mi?
Önemli olan bilgileri ezberlemek değil, düşünce geliştirmek ve uygulamada kullanmaktır.
Tiyatro ve drama bize bunu fark ettirir. Örgün eğitim sistemlerine öneride bulunur.
Yaşamda var olan ve çözülmez görülen sorunları irdelemek ve çözüm üretmek süreçleri yaratır.
Süreçleri ve aktörleri hatırlanmayan ürünler kültür oluşturmaz. Bizler, bugün yaşadığımız çağda kat ettiğimiz yolu, yaşama kazandırdığımız değerleri, üstlendiğimiz rolleri yeniden değerlendirmeliyiz. Geleceği düşünebilme deneyimleri paylaşmalıyız.
Kötü, çirkin ve yanlış ile iyi, güzel ve doğruyu sorgulayabilmek gerçekliğinde yapay zekâdan geri kalmamalıyız.
Çünkü dün olduğu gibi, bugün de:
"Bütün dünya bir sahnedir. Kadın erkek bütün insanlar da onun aktör ve aktrisleridir."
Yani sürekli devinim ve yaratıcılık süreçleri oluşturan yaratıklar…
İnsansız bir dünya daha güzel olur muydu? O zaman tiyatro da olmazdı, biz de bunu hiç öğrenemezdik!!!
Tiyatro ve onun kapsadığı disiplinler, insan yaşamının bütünsel sanat özeni ile düzenlenebilmesinin navigasyonudur.
Sanataevet vizyonu yolculuğunun yani…"
27 Mart 2024